Herkes okulda Viyana’nın Avusturya’nın başkenti olduğunu öğrenmiştir. Bu doğrudur. Ancak Viyana kenti Avusturya’dan daha eskidir, daha tarihidir. Viyana, Habsburg Monarşisi’nden, geçmişin ve günümüzün Alman Rayhı’ndan da eskidir. Kentlerin coğrafi konumu konusunda şaşılacak yetenekleri olan Romalılar, Vindobona’yı bu yöreye kurduğunda Avusturya diye bir ülke yoktu. Ne Tacitus ne de başka bir Romalı tarihçinin yazılarında Avusturya diye bir kavme rastlanır. Romalılar Tuna Nehri’nin bu stratejik ve güzel kıyı şeridine bir castrum, bir askeri yerleşim kurarlar. Amaçları, imparatorluğu yabancı kavimlerin çılgınca saldırılarına karşı korumaktır. O günden sonra Viyana tarihi bir görev üstlenmiştir. Üstün kültürün kalesidir, o dönemde Latincenin koruyucusudur.*
Tam on iki yıl sonra tekrar Viyana’dayım. Neler değişmiş, neler aynı kalmış bakıyorum. Tek farklılığın göçmen sayısındaki artış olduğunu gözlemliyorum. Özellikle şehir meydanında, en işlek caddelerde çok sayıda göçmen var. Onun dışında aynı Viyana; beyaz, zengin, tarih ve sanatla hemhal.
Viyanalılar hala basılı gazete okuyor. Burada gördüklerimiz ücretsiz günlük gazeteler. Bir de parkların ya da caddelerin köşelerinde ücretli gazete standları var. Yaklaşık yirmi sene önce İstanbul’da da ücretsiz gazeteler vardı, Taksim metro çıkışında elden dağıtılıyordu. Bizimkiler çoktan bıraktı gazete almayı, okumayı. Hoş kaliteli, bağımsız gazete de yok ya.
“Mrs Dalloway, çiçekleri kendi alacaktı.” **
Kim kendi için ya da bir başkası için çiçek alıyor? Sanki taze çiçek alma alışkanlığı bir tek Avrupalılarda var. Nasıl da dikkatle inceliyor, özenle seçiyor. Yaşamının bütününde de bu kadar özenli mi acaba? Önemli değil. Şu anda burada ve capcanlı ya, yeter.
Viyana’da en az ayda bir saldırıya uğrayan, tartışmalı bir heykel. 1897’den 1910’a kadar Viyana belediye başkanı olan, anti-semitik ve ırkçı politikalarıyla tanınan Karl Lueger’in heykeli. Hitler, Lueger’i gelmiş geçmiş en güçlü belediye başkanı olarak adlandırıyormuş. Heykelin kaidesine siyah boya atılmış ve çevresi karalanmış. Tipik bir Viyanalı heykelin önünde sakince dondurmasını yiyor.
Avusturyalı sanatçı Friedensreich Hundertwasser tarafından yapılmış olan apartman. Hiçbir yeri düz değil ve dışı rengarenk. Bana Antoni Gaudi’nin yapılarını hatırlatıyor. Elli iki daire ve dört dükkan bulunan apartmanın içinden ağaçlar geçiyor. İçine girip gezmek isterseniz randevu almanız gerekiyormuş zira burada insanlar yaşıyor. Biz oradayken bir anne ile oğul market alışverişi yapmışlar, apartmana giriyorlardı.
Bugün pazar olduğundan Jugendstil duvar süslemeli eczane kapalı. Jugendstil Art Nouveau akımının Almanca konuşulan ülkelerdeki türü. Adını bir dergiden alıyor. 1986 yılında Georg Hirth’in kurduğu Jugend (Gençlik) dergisinden. 20. yüzyılda birçok akımın dergilerden doğması müthiş bir şey. Dergiler estetik duyarlılığı benzer kişileri, eserleri bir araya topluyor. Jugenstil çok zarif ve güzel değil mi?
Şehir yemyeşil, şehir geniş parklara sahip. Monet’nin nilüferleri havuzda yüzüyor. Monet yaşamının son otuz yılında iki yüz elliden fazla nilüfer resmi çizer. Bununla da yetinmeyip evinin etrafını tıpkı bir resim gibi düzenler. Bahçıvanlar tutarak bahçesine ve gölete nilüferler, egzotik çiçekler, salkım söğütler, bambu ağaçları diker. Yeniden oluşturulan doğa, giderek sanatçının en yetkin eseri haline gelir. Viyana’nın nilüferleri Monet’ye uzanıyor.
Viyana deyince Mozart ama benim için daha çok Thomas Bernhard. Şehirle yaşadığı aşk-nefret ilişkisi çok ateşli. Haklı olup olmadığını anlamak için buralı olmak lazım, benimkisi dışardan bir çaba. Yine de nefretini kustuğu cümleleri çok güzel. Beton’da Viyanalı müzikolog Rudolf’un ağzından şöyle diyor:
“Viyana’dan nefret ediyorum. İki kez Kartner Caddesi ve Graben’de bir aşağıya bir yukarıya gitmem ve Kohlmarkt’a bir bakış atmam midemin bulanmasına yetiyor. Otuz yıldır aynı görüntü, aynı insanlar, aynı ahmaklık, aynı ahlaksızlık, aynı alçaklıklar, yalanlar…”
*Stefan Zweig, Yolculuklar, Everest Yayınları
**Virginia Woolf, Mrs Dalloway, Yeni Ankara Yayınevi
Çok güzel olmuş