gün
Güneşli ama soğuk bir Köln sabahı. Odadan dokuz buçukta çıkıyoruz. Taze havayı ciğerlerimize çekerek güne başlıyoruz. Bu sabah şehrin her yerinde karşımıza çıkan fırın zinciri Merzenich Backereien’de yemeye karar veriyoruz. Çeşit çeşit unlu mamül tezgahı dolduruyor. Marzipan schnecke, berliner, brezel ve bageller. Biz birer peynirli bagel ve kahve alıyoruz. Kahvaltımızı yaparken bir yandan da günlük planımızı çiziyoruz. Bugün önce nehir kenarında dolaşacağız. Sonra da trenle Köln’e yirmi dakika uzaklıktaki Bonn’a gideceğiz. Aslında Düsseldorf da aynı mesafede ancak Bonn daha küçük, kolay gezilebilir bir şehre benziyor. Bir de Beethoven’ın şehri. Dolayısıyla tercihimizi Bonn’dan yana kullanıyoruz.
Ren Nehri, diğer Avrupa şehirlerinden de alışık olduğumuz gibi şehrin tam ortasından geçiyor. Nehrin üzerinde, şehrin her iki yakasını birbirine bağlayan sekiz köprü bulunuyor, bunlardan ikisi demiryolu köprüsü. Şehir birçok Avrupa kentine bu demiryolu köprüleri sayesinde bağlanıyor. Bana göre şehrin silüetine demir damga vuruyor. Yer gök demir. Ren Nehri’nin rengi çok güzel, berrak bir mavi. Aynı Kiev’den geçen Dinyeper Nehri gibi. Yıllardır hava sahası kapalı olan, kuşatma altındaki, Bulgakov’un şehri Kiev’i hatırlıyorum ve özlüyorum.
Nehir civarında turladıktan sonra Bonn’a gitmek üzere trene yürüyoruz. 9 euro’luk tren biletlerimizi alıp bekliyoruz. Trenin içi sıcacık ve nispeten boş. Kısa bir yolculuktan sonra Bonn’a varıyoruz. Bonn tahmin ettiğimiz gibi renkli, sevimli bir şehir. Şehir meydanında kurulan Christmas market masallardan bir sahne gibi. Küçük kulübeler Hansel ile Gretel’in şekerden evlerine benziyor. Kenardaki küçük dönme dolap, el emeği süsler, her yeri saran çikolata kokusu bizi mest ediyor. İnsan sayısı da oldukça az, rahatlıkla tezgahlara bakabiliyoruz. Bir-iki atıştırmalık alıp meydandaki kiliseye giriyoruz. Bugün adventin birinci pazarı olduğundan kilisede saat üçte konser olduğunu öğreniyoruz. Eğer vakit olursa katılırız diye düşünüyoruz.
Şimdiki planımız Beethoven’ın doğduğu ve çocukluğunu geçirdiği müze-evi ziyaret etmek. Evi bulmamız çok kolay oluyor zira tabelalar bizi yönlendiriyor. Müze biletinin evin çaprazındaki müze mağazası içinde satıldığını öğreniyoruz. 14 euroluk müze biletimizi alıp karşıya geçiyoruz. Beethoven Aralık 1770’de Bonngasse 20 numaralı bu evde doğuyor. Ev 18. yüzyılda inşa edilmiş birkaç evden biri. Barok taş cephesi, 12. yüzyıldan kalma mahzenlerin üzerine yapılmış. O zamanlar zemin katta bir mutfak ve bir yardımcı oda, altında da bir mahzen bulunuyormuş. Birinci katta iki küçük ve bir büyük oda, çatı katında da yatak odası varmış. Beethoven'ın ebeveynleri, seçim mahkemesi şarkıcısı Johann van Beethoven ve eşi Maria Magdalena, Kasım 1767'de evin bahçe kanadına taşınmışlar.
Müzede on iki oda bulunuyor ancak odalar oldukça küçük. Tamamını gezdiğimizde büyük bestecinin hayatı ve çalışmaları hakkında derin bir bakışa sahip oluyoruz. Müzede Beethoven'ın düşüncelerini, duygularını, çalışmalarını yansıtan yüzden fazla orijinal eser bulunuyor. El yazmaları, mektuplar, resimler, büstler, müzik aletleri ve Beethoven tarafından kullanılan günlük eşyalar müzenin koleksiyonunu oluşturuyor. Bir de kulaklıklarla Beethoven’ın çeşitli bestelerini dinleyebileceğimiz bir köşe oluşturulmuş. Müzede sergilenen eşyalardan benim en çok ilgimi Beethoven'ın son piyanosu (Viyanalı piyano üreticisi Conrad Graf tarafından yapılmış) ve işitme kaybı yaşamaya başladıktan sonra kullandığı kulak trompetleri çekiyor. Beethoven 30’lu yaşlarının başında işitme kaybına uğruyor ve 50’li yaşlarında artık sadece bir konuşma kitapçığı yardımıyla iletişim kurabiliyor.


Müzede kalıcı serginin yanı sıra yılda yaklaşık üç geçici sergi düzenliyor. Bu sergilerin birçoğuna kitaplar veya kataloglar eşlik ediyor. 8 Eylül’de başlayan ve 7 Ocak’a kadar devam edecek olan güncel sergi benim için tam bir sürpriz oluyor: Beethoven ve Kant, Deha-Cumhuriyet-Özgürlük. Bir felsefeci olarak Kant’ı Beethoven ile ilişkili bir sergide görmek beni hem mutlu ediyor hem de meraklandırıyor. Zira hiç bilmediğim bir ilişki bu. Serginin son kalmış İngilizce kitapçığını elime alarak gezmeye başlıyorum.
Sergi projesi, Kant'ın 300. doğum yılı ve Eylül ayında Bonn Üniversitesi Felsefe Enstitüsü işbirliğiyle Bonn'da düzenlenen 14. Uluslararası Kant Kongresi vesilesiyle geliştirilmiş. "Deha, cumhuriyet, özgürlük" temalarının hem Immanuel Kant'ın hem de Beethoven'ın üretimlerinin merkezinde yer aldığı iddiasından yola çıkıyor. Beethoven'ın Bonn'daki gençliğinden başlayarak tüm hayatı boyunca Kant felsefesine tutkuyla bağlı olduğunu söylüyor. Hatta Kant'ın fikirlerinin izlerinin, Beethoven'ın eserlerinin pek çok yerinde doğrudan ve dolaylı olarak yer aldığını mektuplarla ve diğer yazılı belgelerle önümüze seriyor.

Kant’ın metinlerinden serginin teması ile ilgili alıntılar duvarlara yazılmış. Beethoven’ın Kant’ın fikirlerinden etkilenerek yazdığı mektupların, bildirilerin el yazmaları camekanlı bölmelere yerleştirilmiş. Kant ile Beethoven çağdaş olmalarına rağmen gerçekte hiç karşılaşmıyorlar. Beethoven Bonn Üniversitesi’nde aldığı derslerde, daha sonra Viyana’da halka açık konferanslarda ve aristokrat salonlarındaki tartışmalarda Kant’ın cumhuriyet ve özgür vatandaşlık fikirleriyle temasa geçiyor. Aydınlanma düşüncesi belli ki çağın bir getirisi olarak Beethoven’da da karşılık buluyor.
Kant Yargı Gücünün Eleştirisi'nde sanattaki güzelliğin dehanın ürünü olduğunu yazar. Deha, bir estetik fikri kavrama ve onu hayal gücü aracılığıyla başkalarına duyusal olarak sunma konusunda yaratıcı yeteneğe sahiptir. Estetik bir fikir, deha tarafından belirli bir malzemeye dönüştürülür. Bu tür orijinal fikirler mekanik yasalara göre işlemez, özgür yaratıcı iradeyle ortaya çıkar. Zevkleri yargılama yeteneğine sahip olması gereken sanat alıcısının aksine, dahi, aynı zamanda doğuştan gelen ve kendisine doğa tarafından tesadüfen bahşedilen bir yeteneğe de sahiptir. Yetenek özellikle yaratıcı özgünlükte belirgindir. Bir dehanın özgünlüğü, hiçbir kurala uymayan, daha ziyade yeni bir düzenlilik içeren ve yaratan, bir yandan taklit edilemez olan ve aynı zamanda diğer dahilerin de takip etmesini sağlayan eserler üretmektir. Dehanın özgürlüğü, sanat eserinde, başkalarına ilham verebilecek orijinal yaratıcı güç aracılığıyla mevcuttur. Bu nedenle sanat gelenekleri ve sanat akımları her zaman özgün dehalara dayanmaktadır.
Kant’ın sanatsal yaratım ve deha hakkında yazdığı satırlar Beethoven’da vücut bulmuş görünüyor. Utangaç ya da mütevazı bir insan olmayan Beethoven sanatsal yeteneklerinin farkındadır. Yeteneklerini idealleştirmeyi ve güvenle bir kaide üzerine koymayı sever. Bir sanatçı olarak kurallara, geleneklere veya sınırlara boyun eğmeyi reddeder. Temmuz 1819'da Arşidük Rudolph'a "Tüm büyük yaratımlarda olduğu gibi sanat dünyasında da amaç daha ileri gitme özgürlüğüdür" diye yazar. Sanatsal başarıları nedeniyle kendisini aristokrasiye eşit gören Beethoven, Viyana’daki en önemli destekçilerinden Prens Lichnowsky'ye şöyle söyler: "Prens, seni olduğun kişi yapan doğuştan, tesadüfen kazandığın statülerken, beni ben yapan yalnızca kendi deham. Binlerce prens olmasına rağmen, yalnızca bir Beethoven var."
Sergi zihnimde aydınlanma düşüncesi ve deha kavramına ilişkin yeni katmanlar açıyor. Kant’ı tekrar okumak ve dönemin diğer önemli sanatçıları üzerindeki etkisini araştırmak için kuvvetli bir itki duyuyorum. Müzeden ayrılmadan önce görmediğimiz tek yer olan iç avluya çıkıyoruz. Karşılaştığımız atmosfer bizi Beethoven'ın yaşadığı zamanlara götürüyor. Avludaki sararmış yapraklar, sessiz ve loş hava büyük besteciyi hissetmemiz için özellikle hazırlanmış gibi. İnsan bu şehirde ya besteci ya da yazar olur. Öylesine ilham verici bir şehir Bonn.


gün
Köln’deki son günümüz, akşamüstü uçuşumuz var. Dolayısıyla bu yarım günde birkaç kitapçı, mağaza gezip, market alışverişi yapmaya karar veriyoruz. Öncelikle sanat ve fotoğraf kitapları basan ikonik Tashen’e giriyoruz. Table book konusunda tek geçilen Tashen’in mağazadaki koleksiyonu beni pek tatmin etmiyor. Çoğu daha önce gördüğüm kitaplar. Dolayısıyla buradan eli boş çıkıyoruz. Tashen’e gelmeden, köşedeki üç katlı Thalia isimli kitabevi-kırtasiye ise zengin bir seçkiye sahip görünüyor. Thalia’da epeyce vakit geçiyoruz. Yeni çıkan dünya edebiyatı seçkisi bizdekilerle paralel. Sally Rooney’den Intermezzo, J.K.Rowling’den Hogwarts’ta Yeni Yıl, Matt Haig’den Gece Yarısı Kütüphanesi reyonları süslüyor. Ancak en çok, bizde henüz çevrilmeyen, eski başbakan Angela Merkel’in Özgürlük kitabı göze çarpıyor. Merkel kitabında 1954 ile 2021 arasındaki yaşamını, çocukluğunu, görevde olduğu dönemdeki siyasi ilişkilerini ve geleceğe dair öngörülerini anlatıyor. Kitabın yakın zamanda Türkçe’ye çevrileceğini öngörüyorum.


Köln’de birçok Avrupa ülkesinde gördüğümüz konsept dükkanlardan çok var. Örneğin sadece kartpostal satan dükkan çok hoşumuza gidiyor. Siyah beyaz kartpostallardan yılbaşı tebriklerine, simli olanlardan akordeon şeklinde olanlara, burası cennetten bir köşe gibi. Bizde artık kartpostal yazmak ve postalamak alışkanlığı ortadan kalksa da Almanya’da devam ediyor galiba. Birkaç tane almayı ihmal etmiyoruz. Market alışverişi için seçenek çok. Dm marketlerine giriyor ve envai çeşit çikolata arasında kayboluyoruz. Çocukluğumuzun geçtiği mahallede çok sayıda Alamancı komşumuz vardı ve bize her sene bir çanta dolusu çikolata getirirlerdi, en çok da Nussknacker. Şimdi bunun nedenini anlıyorum. Burada çikolata çok ucuz. Milkalar, rocherler, nutellalar yok pahasına satılıyor. Biz de çantamızın kapasitesi yettiğince birkaç paket çikolata alıyoruz. Vakit doluyor, uçak saati yaklaşıyor. Köln seyahatinin tadı damağımızda kalıyor. Almanya’nın diğer şehirlerini de görme arzusuyla havaalanına giden trene binmek üzere yola koyuluyoruz.