Yeni bir şehre seyahat ettiğinizde -ya da belki benim gibi taşındığınızda- şehri keşfetmeye nereden başlarsınız? Ana caddeler, restoranlar, AVM’ler? Ben kitabevleri, vintage dükkanlar ve bit pazarlarından başlarım. Daha söz konusu şehre gitmeden detaylı bir araştırma yapar, bulduğum her şeyi not ederim. Ankara’ya taşınmadan önce de, bütün o toplanma telaşına mola verdiğim anlarda, vintage dükkanları, bağımsız kitabevlerini, sahafları instagramdan ekledim. Paylaşımlarını okuyup tıpkı bir iz sürücü gibi önerdikleri hesapları da takip ettim. Sonbaharın gelmesiyle şehirde başlayacak etkinliklerin tarihlerini ve içeriklerini ajandama tek tek kaydettim. Ortaya çıkan liste beni oldukça şaşırttı. Ankara yabana atılmayacak kadar aktif bir kültür hayatına sahip görünüyordu.
Radarıma takılan ilk etkinlik Bardacık Vintage Fest oldu. Festival hem Ankara’nın vintage çeşitliliğini görmek hem de şehrin alternatif dokusuna değebilmek için iyi bir fırsat olarak görünüyordu. Bu motivasyonla Eylül ayının gelmesini dört gözle bekledim. Bu arada evimizi tuttuk, yerleştik; hatta ilk gribal enfeksiyonumu bile geçirdim. Neyseki festival tarihinde iyileşmiştim ve gitmeye hazırdım.
Bardacık Vintage Fest, Bardacık sokakta yer alan birkaç dükkan ve dükkanların bahçelerine yayılmış tezgahlarla beklediğimden daha küçük, mütevazi bir etkinlikti. Güneşli bir cumartesi günü sessiz, sakin sokakta bir grup insan sohbet ediyor ve geçmişten gelen eşyalara bakıyordu. Ben de hemen bu ortama dahil olmak üzere instagramdan bildiğim Kafa Vintage’a doğru yöneldim. Kafa Vintage’ı paylaşımlarını epeydir takip ettiğim stil danışmanı Elif Bostancı’dan öğrenmiştim. Elif sık sık buradan paylaşımlar yapıyordu. Nitekim dükkana girmemle Elif’i görmem bir oldu. Yalnızca sosyal medyadan tanıdığım biriyle yüz yüze karşılaşmak tuhaf bir his oluştursa da gayet samimi, sıcak bir tanışma oldu. Elif kişisel stil danışmanı. Aynı zamanda Instagramdaki hesabında nokta atışı stil önerileri veriyor. Ulaşılabilir modanın yaratıcılık ve sürdürülebilirlikle olan ilişkisini gözeterek yayımladığı postlarını takipçileri dört gözle bekliyor. Ayrıca inanılmaz yardımsever ve iletişime açık. Şubat ayında yaptığım Paris seyahati öncesi verdiği stil tüyolarını unutmam mümkün değil. Elif bir süredir üzerinde çalıştığı kendi markası TheLeoPard’ı geçtiğimiz günlerde tanıttı. Mutlaka göz atmanızı öneririm.
Elif o gün beyaz bir gömlek giymiş, üzerine vintage bir kravat ve kravatın üzerine de broş takmıştı. Ben de ondan aldığım ilhamla önce kravatlara yöneldim. Şanslıydım ki iki güzel kravat bulabildim; üstelik bir tanesinin orijinal etiketi hala üzerindeydi. Dükkanda bolca inci kolye, saat, broş vardı ve hepsi çok şık parçalardı. Kıyafet bölümünde yazlık uçuş uçuş elbiseler, süet, keten vb. kumaşlardan çeşitli ceketler sıralanmıştı, fiyatları gayet uygundu. Dükkanın dizaynı ve atmosferi de oldukça ilham vericiydi. Uzun süre gezdikten sonra, Elif’le uzun uzun sohbet etmek ve kahve içmek için sözleşerek Kafa Vintage’dan ayrıldım.
Bahçedeki standlar çok renkli ve hareketliydi. Bütçe dostu birçok kıyafet ve aksesuar ziyaretçilerine göz kırpıyordu. Tezgahları ağır ağır gezerek ilerledim. Takılarını kendi üreten bir hanımefendiden biri inci diğeri metal olmak üzere çok güzel iki kolye aldım. Vintage festivallerde genelde tek tük de olsa kitap, dergi tezgahları bulunur. Burada da bir tane vardı, göz gezdirmeden olmazdı. Her ne kadar kendime bir süre kitap satın almama sözü versem de bugünlerde tekrar aklıma düşen ancak İstanbul’dan yanımda getirmediğim Virginia Woolf’un Mrs. Dalloway’inin Tomris Uyar çevirisini görünce gözlerim parladı. Tomris Uyar’ın öykülerine duyduğum bağlılık aşikar da çevirmenliğine ayrıca şapka çıkarmak lazım. Tam ödemeyi yapıp tezgahtan ayrılacaktım ki ne zamandır listemde olan Sevgi Soysal’ın Yenişehir’de Bir Öğle Vakti’nin 1974 baskısını görünce zevkten dört köşe oldum. Soysal bu kitapta 1970’lerin Ankara’sında yolları birbirleriyle kesişen insanları anlatır. Ankara’yı yazınsal anlamda tanımak için oluşturmaya çalıştığım kitaplığımda mutlaka olması gereken bu kitabı Mrs. Dalloway ile birlikte bez çantama güzelce yerleştirerek karşı kaldırımdaki dükkan ve tezgahlara geçtim.
Sankofa Vintage and Coffee adından da anlaşılacağı gibi hem store hem de kahveci. Her yeri saran kahve kokusunun çekiciliğine kapılarak pasaj-dükkan benzeri bir dizayna sahip mekanın baristasına doğru yöneldim. Kendime bir americano ısmarlayıp gezmeye başladım. Dükkanda ilk dikkatimi çeken güneş gözlükleri ve parkalardı. Bir kız hardal rengi, panço biçimli oversize bir parkayı deniyordu. Gözlüklerin birkaçını denedim, kondisyonları oldukça iyiydi. Biraz ileride, duvardaki askıda tek başına dadaist bir iş gibi duran ceket dikkatimi çekti. Diğer her şeyden çok farklı görünüyordu ama nedense alıp almamakta kararsız kaldım. Eve geldikten sonra almadığım için çok pişman oldum.
Sankofa’nın bahçesinde vazo, biblo, oyuncak gibi nesnelerin satıldığı tezgahların yanı sıra suşi, vegan burger gibi yiyecek alternatiflerini de bulabileceğimiz masalar vardı. Bir tezgahta rasta yapılıyordu, şimdilik cesaretim olmadığından sadece bakmakla yetindim. Deri botları, şalları ve uygun fiyatlı bir dolu kıyafeti inceleyip göz zevkimi doyurdum. Tam çıkarken son anda eski sezon kareli bir mango pantolon gördüm. Bedeninden emin olamasam da uymazsa kardeşime veririm diye düşünerek aldım.
Bardacık Vintage Fest’e gelenler çoğunlukla gençlerden oluşuyordu ve hemen hepsinin kendine has bir tarzı vardı. Hem ucuz hem de hikayesi olan parçalar almanın fast fashion düzenine karşı çıkmanın tek yolu olduğunun farkındaydılar. Sanki bir tür kominite gibi hareket ediyorlardı. Bir yandan kıyafetleri karıştırıyor diğer yandan da sohbet ediyorlardı. Uzun zamandır birbirine saygılı bir biçimde aşina bir toplulukla karşılaşmamıştım. Bardacık Vintage Fest kısıtlı bütçeyle kaliteli bir alışveriş yapılabileceğinin kanıtı gibiydi. Yazdan beri beklediğime değmişti, iyi ki gelmiştim.
Bu arada orta yaşlı bir hanımın yanıma yaklaştığını ve eteğimi çok beğendiğini söylediğini belirtmeden geçmeyeyim. Salaş bir David Bowie tişörtüyle kombinlediğim eteğin daha dar bir bluzla gece de giyilebileceğini söyledi. Ayaküstü sohbet ettikten sonra yanından gülümseyerek ayrılıyordum ki karşıdan gelen yaşlı kurda dikkat kesildim. Kovboy botları, kovboy şapkası ve baştan aşağı jean kombiniyle 70’ler Amerikasından fırlamış gibiydi. Vay be dedim, Ankara basbayağı vintage bir şehirdi.
Ankara sanki kendi kültürü, ayrı bir bağı olan bir şehir gibi. Çok fazla şey var esasında Ankara’da kendini beslemek için. Dilerim size çok iyi gelsin🌸
Sen gidince daha bir kültürlenmiştir :) beğenmene sevindim :)